bağcılar escort

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler meritking giriş kingroyal giriş

Cüneyt Tanyeri
Köşe Yazarı
Cüneyt Tanyeri
 

NÂZIM HİKMET’İN SON YILLARI

Nâzım Hikmet’in Türkiye’den ayrıldıktan sonraki yaşantısını, karşılaştığı güçlükleri, çektiği sıkıntıları, geçirdiği değişiklikleri ve elde ettiği başarıları iyi bilenlerden biri olan Zekeriya Sertel, nerede olursa olsun onunla ilişkisini hiç kesmez. Çoğu zaman onun dert ortağı olur. Yabancı memleketlerde onun en candan arkadaşıdır. Nâzım, bütün dertlerini ve düşüncelerini ona açar, hiçbir şey gizlemeye lüzum görmez. Zaten Sovyetler Birliği'nde dertleşebileceği başka yakın bir dostu da yoktur. Dost olarak yanına sokulanların çoğu istihbaratçılardır.   Sertel’in bildiklerini eksiksiz ve katkısız olarak anlattığı “Nâzım Hikmet’in Son Yılları” adlı kitabını bir solukta okudum. İsterseniz kitapta anlatılanlara geçmeden önce yazarımızın yaşam öyküsüne kısaca bakalım:   Yazar, 1890'lı yılların başında, Makedonya'nın Usturumca kasabasında doğar. Selanik Hukuk Fakültesi ve Paris Sorbonne Üniversitesinde yükseköğrenim görür; New York Columbia Üniversitesinde gazetecilik okur. Viyana, Bakü ve Paris'te yaşar; Dünya Barış Konseyi'nde Nâzım Hikmet’le birlikte çalışır. Batı ülkeleri ve Sovyetler Birliği'ne yaptığı ziyaretlerde edindiği izlenimleri kitaplarında dile getirir; hayatının son yıllarını yurt hasreti içinde ama verimli bir şekilde geçirir. 1977 yılında Türk pasaportu alıp yurda döndüyse de Paris'te yaşamaya devam eder, 1980’de aramızdan ayrılır.   Dostlar, Nâzım Hikmet’in Anadolu’dan ayrılışı hakkında yalan yanlış birçok şey söylenir. Zekeriya Sertel, kitabında bu ayrılışın gerçek öyküsünü şöyle anlatır:   Serin ve güzel bir yaz sabahı… Henüz şafak sökerken bir teknenin motor sesi Boğaz'ın sessizliğini böler. İçinde, yalnız Nâzım Hikmet'le tekneyi kullanan adam vardır. Arkadan onları kovalayan kimse yoktur fakat Nâzım'ın yüreği ağzındadır. Kafası birçok karışık düşünceyle doludur. Karısını ve çocuğunu arkada bırakmakla iyi mi etmiştir? Tekne Boğaz'dan çıkarken sahil güvenlik gemilerinin gözünden kaçabilecek midir? Ya karşılarına bir tekne çıkarsa!.. Ya sabahın bu saatinde böyle süratli bir tekneyle yola çıkan yolculardan kuşkulanıp arkalarına düşerlerse!..   İşte bu kaygılar içinde tekne Karadeniz’e ulaşır. Arkalarına bakarlar, gelen yok. “Şimdi, Bulgar kıyılarına kolayca ulaşabiliriz.” diye düşünürler. Tekne Bulgar kıyılarına yönelir. Nâzım Hikmet rahatlar ve tekneyi idare eden adamla sohbete başlar. Neşesi yerindedir. Bir saat sonra Bulgar kıyılarında olacaklardır.   Sohbet sürerken uzaktan beyaz bir yolcu gemisi görürler; İstanbul'dan Köstence’ye giden bir Romen gemisidir bu. Nâzım heyecanlanır ve derhal vapura yetişmeye karar verir. Tekneyi son hızla gemiye doğru sürerler. Kısa zamanda gemiye ulaşınca ayağa kalkarak bağırmaya başlar:   "Kaptan, Kaptan… Ben Nâzım Hikmet."   Gemide hiçbir hareket görülmez. Tekne geminin etrafında dolaşmaya başlar ve her turda Nâzım bağırarak tekrarlar:   "Kaptan, Kaptan… Ben Nâzım Hikmet. Beni yukarı alın. "   Yolcular küpeşteye dayanarak bu garip tekneyi seyre dalarlar. Kaptan oralı olmaz ve gemiyi aynı hızla yoluna devam ettirir. Nâzım Hikmet geminin etrafında motorla dönerken umudu kesilmeye başlar. Yoksa kaptan kendisini gemiye almaktan mı korkuyor? Yoksa Nâzım Hikmet’i tanımıyor mu? Dakikalar geçtikçe Nâzım Hikmet'in endişesi artar. Önüne çıkan bu fırsattan yararlanamayacağını düşünmeye başladığı sırada birdenbire geminin yavaşladığını ve merdivenin indirilmekte olduğunu görür. Teknenin hızını keserek merdivene yaklaşırlar. Nâzım sevinç ve heyecan içinde gemiye biner.   Kaptan, yolcu ve tayfaların meraklı gözleri önünde Nâzım Hikmet'i alıp geminin büyük salonuna götürür. Buradaki masanın ortasında çiçeklerle süslenmiş büyük bir Nâzım Hikmet fotoğrafı vardır. Heyecandan boğulacak gibi olur. Yaşarmış gözlerle kaptana sarılırken gülerek, "Canım!" der, "Bunu hazırlamak için beni yarım saat deniz üstünde tutacağınıza bir an önce gemiye alsanız olmaz mıydı?"   Bu defa kaptan güler, "Nâzım yoldaş!" der, "Biz sizi Bükreş'ten emir almaksızın gemiye alamazdık. Sözünüze inandık, sizin gibi büyük bir şairi gemimizde misafir etmek büyük bir şereftir bizim için ama önce olayı telsizle Bükreş'e bildirdik, emir bekledik. O arada da izin geleceğinden emin olduğumuz için bu hazırlığı yaptık. Amacımız büyük misafirimize saygımızı göstermekti."   Masaya otururlar. Şaraplar içilir ve bu mutlu olay kutlanır. Nâzım artık rahattır. İlerisi bilinmeyen, tehlikelerle dolu bu maceranın ilk adımını başarıyla atmıştır.   Dostlar, edebiyatla kalın ama umutsuz kalmayın.
Ekleme Tarihi: 09 Ağustos 2019 - Cuma

NÂZIM HİKMET’İN SON YILLARI

Nâzım Hikmet’in Türkiye’den ayrıldıktan sonraki yaşantısını, karşılaştığı güçlükleri, çektiği sıkıntıları, geçirdiği değişiklikleri ve elde ettiği başarıları iyi bilenlerden biri olan Zekeriya Sertel, nerede olursa olsun onunla ilişkisini hiç kesmez. Çoğu zaman onun dert ortağı olur. Yabancı memleketlerde onun en candan arkadaşıdır. Nâzım, bütün dertlerini ve düşüncelerini ona açar, hiçbir şey gizlemeye lüzum görmez. Zaten Sovyetler Birliği'nde dertleşebileceği başka yakın bir dostu da yoktur. Dost olarak yanına sokulanların çoğu istihbaratçılardır.

 

Sertel’in bildiklerini eksiksiz ve katkısız olarak anlattığı “Nâzım Hikmet’in Son Yılları” adlı kitabını bir solukta okudum. İsterseniz kitapta anlatılanlara geçmeden önce yazarımızın yaşam öyküsüne kısaca bakalım:

 

Yazar, 1890'lı yılların başında, Makedonya'nın Usturumca kasabasında doğar. Selanik Hukuk Fakültesi ve Paris Sorbonne Üniversitesinde yükseköğrenim görür; New York Columbia Üniversitesinde gazetecilik okur. Viyana, Bakü ve Paris'te yaşar; Dünya Barış Konseyi'nde Nâzım Hikmet’le birlikte çalışır. Batı ülkeleri ve Sovyetler Birliği'ne yaptığı ziyaretlerde edindiği izlenimleri kitaplarında dile getirir; hayatının son yıllarını yurt hasreti içinde ama verimli bir şekilde geçirir. 1977 yılında Türk pasaportu alıp yurda döndüyse de Paris'te yaşamaya devam eder, 1980’de aramızdan ayrılır.

 

Dostlar, Nâzım Hikmet’in Anadolu’dan ayrılışı hakkında yalan yanlış birçok şey söylenir. Zekeriya Sertel, kitabında bu ayrılışın gerçek öyküsünü şöyle anlatır:

 

Serin ve güzel bir yaz sabahı… Henüz şafak sökerken bir teknenin motor sesi Boğaz'ın sessizliğini böler. İçinde, yalnız Nâzım Hikmet'le tekneyi kullanan adam vardır. Arkadan onları kovalayan kimse yoktur fakat Nâzım'ın yüreği ağzındadır. Kafası birçok karışık düşünceyle doludur. Karısını ve çocuğunu arkada bırakmakla iyi mi etmiştir? Tekne Boğaz'dan çıkarken sahil güvenlik gemilerinin gözünden kaçabilecek midir? Ya karşılarına bir tekne çıkarsa!.. Ya sabahın bu saatinde böyle süratli bir tekneyle yola çıkan yolculardan kuşkulanıp arkalarına düşerlerse!..

 

İşte bu kaygılar içinde tekne Karadeniz’e ulaşır. Arkalarına bakarlar, gelen yok. “Şimdi, Bulgar kıyılarına kolayca ulaşabiliriz.” diye düşünürler. Tekne Bulgar kıyılarına yönelir. Nâzım Hikmet rahatlar ve tekneyi idare eden adamla sohbete başlar. Neşesi yerindedir. Bir saat sonra Bulgar kıyılarında olacaklardır.

 

Sohbet sürerken uzaktan beyaz bir yolcu gemisi görürler; İstanbul'dan Köstence’ye giden bir Romen gemisidir bu. Nâzım heyecanlanır ve derhal vapura yetişmeye karar verir. Tekneyi son hızla gemiye doğru sürerler. Kısa zamanda gemiye ulaşınca ayağa kalkarak bağırmaya başlar:

 

"Kaptan, Kaptan… Ben Nâzım Hikmet."

 

Gemide hiçbir hareket görülmez. Tekne geminin etrafında dolaşmaya başlar ve her turda Nâzım bağırarak tekrarlar:

 

"Kaptan, Kaptan… Ben Nâzım Hikmet. Beni yukarı alın. "

 

Yolcular küpeşteye dayanarak bu garip tekneyi seyre dalarlar. Kaptan oralı olmaz ve gemiyi aynı hızla yoluna devam ettirir. Nâzım Hikmet geminin etrafında motorla dönerken umudu kesilmeye başlar. Yoksa kaptan kendisini gemiye almaktan mı korkuyor? Yoksa Nâzım Hikmet’i tanımıyor mu? Dakikalar geçtikçe Nâzım Hikmet'in endişesi artar. Önüne çıkan bu fırsattan yararlanamayacağını düşünmeye başladığı sırada birdenbire geminin yavaşladığını ve merdivenin indirilmekte olduğunu görür. Teknenin hızını keserek merdivene yaklaşırlar. Nâzım sevinç ve heyecan içinde gemiye biner.

 

Kaptan, yolcu ve tayfaların meraklı gözleri önünde Nâzım Hikmet'i alıp geminin büyük salonuna götürür. Buradaki masanın ortasında çiçeklerle süslenmiş büyük bir Nâzım Hikmet fotoğrafı vardır. Heyecandan boğulacak gibi olur. Yaşarmış gözlerle kaptana sarılırken gülerek, "Canım!" der, "Bunu hazırlamak için beni yarım saat deniz üstünde tutacağınıza bir an önce gemiye alsanız olmaz mıydı?"

 

Bu defa kaptan güler, "Nâzım yoldaş!" der, "Biz sizi Bükreş'ten emir almaksızın gemiye alamazdık. Sözünüze inandık, sizin gibi büyük bir şairi gemimizde misafir etmek büyük bir şereftir bizim için ama önce olayı telsizle Bükreş'e bildirdik, emir bekledik. O arada da izin geleceğinden emin olduğumuz için bu hazırlığı yaptık. Amacımız büyük misafirimize saygımızı göstermekti."

 

Masaya otururlar. Şaraplar içilir ve bu mutlu olay kutlanır. Nâzım artık rahattır. İlerisi bilinmeyen, tehlikelerle dolu bu maceranın ilk adımını başarıyla atmıştır.

 

Dostlar, edebiyatla kalın ama umutsuz kalmayın.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve buyuktire.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.