meritking giriş kingroyal giriş

Sadık Medin
Köşe Yazarı
Sadık Medin
 

FEVZİPAŞA CADDESİ BİZİM BÜFE

Ağabeyim otuz aylık vatani vazifesini  jandarma olarak İstanbul Yıldız'da yapmıştı.Acemi birliğinde temel askerlik görevini yaptıktan sonra spiker olarak anons biriminde görevlendirilmişti. Komutanları askerlik sonrası Radyoda ya da PTT de çalışabileceğini söylemişlerdi.Yıllık izine geldiğinde, annemin ve babamın sağlık durumlarını benim ve  kardeşimin henüz ilkokolu bitirmediğimizi gerekçe göstererek İstanbul'da kalmamiştı. Terhis olup Tire'ye döndüğünde ben dördüncü sınıf  ,kardeşim Halit üçüncü sınıf öğrencisiydi.   Gümüşpala caddesinde , Eski tatlıcı ustası Şerbetçi Hüseyin'in damadı Şahin ağabey ile ortak küçük bir pastane açtılar. Şahin abi Nazilli Basma fabrikasında çalıştığı ve Tire'de her daim bulunmadığından ortaklık beş- altı ay devam edebildi.. Abim bu pastaneyi yaklaşık bir buçuk yıl 1960 sonbaharına kadar yürüttü..   Ağabeyim daha onbir yaşında iken iş hayatına atılmış. Önce Zincirciler'in lokantasında çıraklık ve kalfalık yapmış.Daha sonra Tahtakale caddesinde Mehmet Ağan'ın Mavi Tuna pastanesinde çalışmış.çıraklık kalfalık derken ustalığını Şerbetçi Hüseyin'in Tahtakale Meydan'na bakan tatlıcı dükkanında devam ettirmiş.   Tire'de akide şekeri ve lokum imalatının yapıldığı Nazmi amca ve oğlu Necati abinin Dokumacılar kahvesinin karşısındaki imalathanede askerlik yapacağı güne kadar çalışmış.   Gümüşpaladaki o batar katlı dükkanda ; kuru pastalar, revani,tulumba , kadayıf, üçken Karaköy börekleri ve lokum yapıp satardı. Ara sıra kalfa çalıştırdığı da olurdu. Batar katta bakır kazanın altını sandal odunlarıyla tutuşturur,çi fte kavrulmuş lokum imal ederdi. Salı pazarı günlerinde sabahın erken saatlerinde saat 02.30 gibi pastane açılırdı. Şeker çuvalıyla ,Eski Mevlevi dergahı'nın yakınındaki bir fırına gider taban ve çıtır gevreklerden alıp gelirdim. Ağabeyim pompalı ocağı yakmış büyük tencerede süt kaynatmaktadır.Başka bir masanın üzerinde sahlep güğümü kömür ocağının üstünde servise hazır hâldedir. Gümüşpala caddesi ile Paşa camii arasındaki esnaflar kepenklerini açmak üzeredirler. Urgancı esnafı urganlarını ara sokaklara uzatmışlar, Urgan tüccarları üreticilerin ürettikleri urganları almak, satacakları mahlaçları hazırlamakla meşguldürler. Evlerinden kahvaltı yapmadan pazara gelenler ,süt, salep ve gevreklerle yapacakları kahvaltı anını beklemektedirler.   Elimde kahvecilerin çay ocağı garsonlarının kullandığı bir askıyla yukarıda saydığım dükkanların siparişlerini alırdım. Bir taraftan da bağırırdım; “Süt salep kaynadııı. Kaynadııı süt salep..” .Pastaneye döner siparişleri abime söylerdim. Askım bu defa ltamamen doludur. Kimi salep ve çıtır gevrek, kimi de süt ve taban gevrek söylemiştir. Tire dağlarında ve tepelerinde salep bitkisi bol olduğundan ve de henüz köküne kibrit suyu dökülmediğinden , bir bardak sıcak sütle bir bardak sıcak salebin fiyatı aynıydı,yir mi beş kuruştu.   Ağabeyimin  İstanbul'dan beri ayaklarından rahatsızlığı vardı. Romatizma yüzünden pastaneciliği bırakmak zorunda kaldı. Hilal Eczanesi'nin karşısındaki dükkanımızda kırk yıl boyunca büfesini çalıştırdı. Aynı zamanda Tekel Bayii idi.   Ortaokula 1960 yılı sonunda başlamıştım.Hafta sonu ve yaz tatillerinde abimin dükkanında çıraklık yapıyordum. O adeta benim ilk öğretmenimdi. Kendi ilkokul kitaplarının boş sayfalarına yaptığı kara kalem resimlerine özeniyordum.. Müşterilerine karşı saygılı davranışı, eşit duruşu , düzgün bir Türkçeyle kusursuz konuşması hâlâ hayalimde capcanlı durmakta, sesi kulaklarımda yankılanmaktadır. Abim benim için iyi bir eğitmen ve öğretmendi.   Hafta içinde her okul çıkışımda Necip Paşa Kütüphanesi'ne mutlaka uğruyordum. Cumartesi günleri öğleden sonra büfede beklerdim. Aga marka üç lambalı ceryanlı radyo benim arkadaşımdı adeta. Kısa dalga Meteorolijinin Sesi  ve Polisin Sesi radyolarından o günlerin türkülerini ve şarkılarını dinlerdim.Abimin müşterileri okudukları gazeteleri biriktirir bir kaç kilo olunca satmak üzere büfeye getirirlerdi.Abim bakkal terazisinde tartar karşılığında bedelini öderdi. Gelen gazetelerin önemli yerlerini okur hiç çözülmedik bulmacaları çözmeye çalışırdım. Aradan geçen altmış beş senenin çoğu günlerinde bu merakım hâlen devam etmektedir..   Eskilerin güzel bir sözü vardır. “ Şerefü'l mekân bi'l mekîn” diye. “ Mekânın şerefi orada bulunan iledir. Bizim Büfe için bulunan kelimesi yerine bulunan ve bulunanlar iledir cümlesini kuruyorum.   Karşımızda  Arasta ve altında Bakırhan'a giden bir sokak .Sokağa girişte kırk adım atar atmaz sağda bir çeşme ve çınar ağacı. Ağacın alt tarafında Bekir Doğan abimizin çayocağı. Yetmişli yıllarda köy tahsildarlığı ve vergi memurluğu yaptığım günlerde hergün uğradığım demli çayları içtiğim yer. Tire'de belki de dört- beş gazetenin her gün satın alınıp okunduğu tek yer.   Caddede tam karşı sırada bodrum katta tenekeci Mehmet Taşyer'in atelyesi. Yaz günlerinde müşterilerin, ovaya dereye, tarlaya bahçeye gittiği günlerde komşularla yeni yeni tanışıyoruz.Ara sıra atölyenin önüne kadar gidip Mehmet ustanın mesleğini merakla seyrediyorum.1961 yazı olmalı. Mehmet abinin oğlu milli günlerimizin birinde tören geçişinde Raşit Özlem hocamızın oluşturduğu  Mehter Takımı'nı seyretmiş olacak ki; “ Baba ben büyüyünce Neslin dedemci olcam” demesin mi !... Aradan altı -  yedi  yıl geçmişti, 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda Kudret kardeşimiz Mehter Takımı'nın en önünde tuğu kaldırmış Mehter takımına  öncülük ediyordu.   Tenekeci Mehmet ağabey günlerden bir gün Kaymakamlıktan Hükümet konağı onarımında yağmur oluklarının tamir işini almıştı. Çatıdan aşağıya doğru bütün oluklar lehimlenecekti .Daha çatıda işe. Yeni başlamışken çatıyla saçak aralıklarından yaban güvercinlerinin çıkıp girdiğini görür.Yakaladığı bu pal güvercinlerinden dördünü abime getirir. Abim kendi yaptığı tel kafeslere güvercinleri yerleştirir.Aylarca sularını ve yemlerini verdiği güvercinlerini başka kuşçular gibi uçurmaya karar verir. Geri döneceklerinden emindir.Güvercinler yemlenmek ve su içmek için kümesin önlerine kadar bir kaç kez gelseler de akşama doğru kanat çırpıp bir yerlere uçup giderler.   Ağabeyim bir kaç ay. kümesine kuş almaz..Başka kuşçular özellikle, postacı  taklacı ve dönek güvercinler beslerken; Ağabeyim, kunt, ceviz kafalı, pirinç gagalı, kuyruğu paralı,ayakları paçalı Hünk'arilerden yetiştirmeye başlar. Bu kuşlar uçurmak için değil seyirlik kuşlardır O'nun için.. Yıllarca bu kuşları Mendel yasalarına göre üretir.Çoğu kuşu aslına döndürür.   Altmışlı yıllrın sonuna doğru, Avrupa'da avcıların tercih ettikleri siyah uzun tüylü akıllı ve atik bir  yavru köpeği beslemeye başlar. Ağabeyim babamın evinde kiracıdır. Köpeği Pele'yi geceleri babamın durduğu kısımda, bahçedeki ağaca bağlar. Pele gündüzleri abimin yanındadır,. Birlikte ev ve büfe arası ve  de  Tekel'e sigara- içki almaya gidip gelmekte beraberdirler.   Askerlik dönüşü sınavla Vergi Dairesi'ne girmiştim. Ağabeyim inşaatını bitirdiği eski Hastane'nin alt tarafınadaki evine yerleşmişti. Aradan beş altı ay geçince bu defa evlenerek kira evine ben geçtim. Altı yıl İzmir'de kaldığım yıllar benim için birer anıydı artık. Namık Kemal'de okuduğum ve tabelacılık yaptığım yıllar geride kalmıştı.   Tire'ye gelincce, Daireden her mesai çıkışında soluğu abimin büfesinde alırdım. Biz ikimiz sohbet ederken arkadaşları da katılırdı. Zamanla sohbetlere benim mesai arkadaşlarım da dahil oldu. Haftanın belirli bir kaç gününde kasaptan Pele ve evdeki kediler için bir kanat dana akciğeri aldırırdı. Bir defasında  sekiz- on yaşlarında bir kız çocuğu; “Amca kedi ciğeri var mı? “ diye seslenmiş, kasap da “ Bu gün kedi kesmedik.” demişti. Tabii ki kasap tanıdığı müşterinin kızına ciğeri kasap kağıdına sarıp sarmalamış ,takdim etmiş bir de babasına selam söylemişti.   Seksenli yılların ortasında on iki yıl görev yaptığım Vergi Dairesi'nden Malmüdürlüğü veznesine, daha sonra kadro değişikliğiyle Milli Emlak Memurluğuna atanmıştım.   İstanbul Bakırköy'de ikamet ederken her yıl Tire'ye gelen Turgut Reşadi Baba'nın ilçemize geldiği haberini aldım. Seha Gidel hocamızın Resim-Tabela atölyesi'nin önünde karşılaştık. Tanıştık sohbet ettik. Dostluğumuz vefat tarihine kadar ( 15. Nisan- 1995) devam etti. Daha sonraları ( 1989-1995) Kaplan köyüne yerleşti. Ahbaplarını dostlarını ağırladı, sohbet sonrası hayır dualarla uğurladı.   Salı pazarı günlerinde Tire'ye gelerek Seha Gidel hocamıza ve abimin büfesine her daim uğradı.AbimTurgut Reşadi Baba'yla dostluklarının ilerlediği, sohbetlerinin çoğaldığı günlerin birinde iki yavru kediyi Kaplan'da canı sıkılmasın diye verdi.   Aradan yaklaşık iki ay geçince . Turgut Reşadi Baba Tire'ye gelişinde iki yavru kediyi iade etti. Abime yazılı bir kağıt verdi. Abim ilginç bir şiirle karşılaşınca .gülümseyerek okumaya başladı.   “ Fakir kapısına yakışmaz zengin kedisi Ben bulgur aşı yerken onlar ister ciğer yahnisi Kedilerini al git ey Sami Medin Sence yoksa bir manisi.” Turgut Reşadi Baba   Kediler teslim edildikten sonra sohbet devam eder. Çaylar içilir, Turgut reşadi Baba sigarasını tellendirir. Deve derisinden Hacivat-Karagöz tasvirleri, Bektaşi Nefesleri , hattatlık  ve ressamlık Baba Erenler'in hünerlerinden birkaçıdır   Ağabeyimin çevresi hep güzel insanlarla çevriliydi. Bir İstanbul Beyefendisi gibiydi.Büfesinin önünde dertler paylaşıldıkça  azalır, sevinçler paylaşıldıkça çoğalırdı.Gerek gençlik arkadaşları ve dostları olsun ve gerek mesai arkadaşlarım olsun, kimseyi incitmezdi.   Ağabeyim Yunus Emre ve Mevlana şiirlerinden feyz almış; “Yaradılanı yaradandan ötürü  sevmiş”bir  kişiydi.,Nasrettin Hoca ve Bektaşi fıkralarındaki ironinin farkına varan, nüktedan bir kişiliği vardı.   Canım ağabeyim, benim arkadaşlarımı da can bilirdi can yoldaşı olurdu. Dertlerini dinler sorun çözücü olurdu.Sevinçlerine de ortak olurdu.Memur arkadaşlarımızın yaz tatillerinde emanet edilen evlerini dairelerini gözetir,ç   içeklerini sular, kuşların yemlerini ve sularını takip ederdi. Arada ev taşınmalarında yardımı dokunduğuna da tanık oldum. Mesai çıkışı büfenin önü can dostlarla bir yumak hâline gelirdi. Konular siyasetten ziyade,  kültür sanat , dertleşme, sevinçleri paylaşma, fıkralar anlatıp gülüşmek,gülmek şeklinde ve insanlık üzerine olurdu.   Yıllar sonra, günümüz komşuluk ilişkileriyle ilgili bir şiir yazdığımda, farkına varmadan abimin davranışiarından  bir kaç örnek vermişim..   BİR KOMŞU ARANIYOR Evden uzakta iken akvaryuma bakacak Balıkları kuşları üç öğün doyuracak Çiçekleri hortumla süzgüyle sulayacak Üzmeyen üzülmeyen bir  komşu aranıyor... ................................................................   Dört dörtlükten oluşan şiir bu minval üzre devam ediyor.ve son kıt'a şöyle  bitiyor.   Böyle komşusu olan haber versin bi zahmet Ekmek elden su gölden  geçiniriz biz elbet Ev almadan komşuyu bulmak ne büyük  nimet Evi aldık temelden, bir komşu aranıyor...   Zaman zaman Fevzipaşa Caddesinin Balcı caddesiyle kesiştiği o köşeye, Bizim Büfe'nin olduğu yere birkaç dakika bakıp o eski günleri anıyorum.Abimin vefat ettiği 26 Ekim 2000  tarihinden beri olmayan sohbetlerin nerede olduklarını merak ediyorum. Arasam da bulamayacağımı gayet iyi biliyorum.   Bizden önce gidenlere selam olsun. İlk öğretmenim Ağabeyime, Turgut Reşadi Baba'ya,Seha Gidel hocama Allahtan rahmet diliyorum. Ruhları şad mekânları cennet olsun.   Mehmet Sadık Medin- Esenköy-Yalova- 25 Ekim 2025
Ekleme Tarihi: 27 Ekim 2025 -Pazartesi

FEVZİPAŞA CADDESİ BİZİM BÜFE

Ağabeyim otuz aylık vatani vazifesini  jandarma olarak İstanbul Yıldız'da yapmıştı.Acemi birliğinde temel askerlik görevini yaptıktan sonra spiker olarak anons biriminde görevlendirilmişti. Komutanları askerlik sonrası Radyoda ya da PTT de çalışabileceğini söylemişlerdi.Yıllık izine geldiğinde, annemin ve babamın sağlık durumlarını benim ve  kardeşimin henüz ilkokolu bitirmediğimizi gerekçe göstererek İstanbul'da kalmamiştı.

Terhis olup Tire'ye döndüğünde ben dördüncü sınıf  ,kardeşim Halit üçüncü sınıf öğrencisiydi.

 

Gümüşpala caddesinde , Eski tatlıcı ustası Şerbetçi Hüseyin'in damadı Şahin ağabey ile ortak küçük bir pastane açtılar. Şahin abi Nazilli Basma fabrikasında çalıştığı ve Tire'de her daim bulunmadığından ortaklık beş- altı ay devam edebildi.. Abim bu pastaneyi yaklaşık bir buçuk yıl 1960 sonbaharına kadar yürüttü..

 

Ağabeyim daha onbir yaşında iken iş hayatına atılmış. Önce Zincirciler'in lokantasında çıraklık ve kalfalık yapmış.Daha sonra Tahtakale caddesinde Mehmet Ağan'ın Mavi Tuna pastanesinde çalışmış.çıraklık kalfalık derken ustalığını Şerbetçi Hüseyin'in Tahtakale Meydan'na bakan tatlıcı dükkanında devam ettirmiş.

 

Tire'de akide şekeri ve lokum imalatının yapıldığı Nazmi amca ve oğlu Necati abinin Dokumacılar kahvesinin karşısındaki imalathanede askerlik yapacağı güne kadar çalışmış.

 

Gümüşpaladaki o batar katlı dükkanda ; kuru pastalar, revani,tulumba , kadayıf, üçken Karaköy börekleri ve lokum yapıp satardı. Ara sıra kalfa çalıştırdığı da olurdu. Batar katta bakır kazanın altını sandal odunlarıyla tutuşturur,çi fte kavrulmuş lokum imal ederdi. Salı pazarı günlerinde sabahın erken saatlerinde saat 02.30 gibi pastane açılırdı. Şeker çuvalıyla ,Eski Mevlevi dergahı'nın yakınındaki bir fırına gider taban ve çıtır gevreklerden alıp gelirdim. Ağabeyim pompalı ocağı yakmış büyük tencerede süt kaynatmaktadır.Başka bir masanın üzerinde sahlep güğümü kömür ocağının üstünde servise hazır hâldedir. Gümüşpala caddesi ile Paşa camii arasındaki esnaflar kepenklerini açmak üzeredirler. Urgancı esnafı urganlarını ara sokaklara uzatmışlar, Urgan tüccarları üreticilerin ürettikleri urganları almak, satacakları mahlaçları hazırlamakla meşguldürler. Evlerinden kahvaltı yapmadan pazara gelenler ,süt, salep ve gevreklerle yapacakları kahvaltı anını beklemektedirler.

 

Elimde kahvecilerin çay ocağı garsonlarının kullandığı bir askıyla yukarıda saydığım dükkanların siparişlerini alırdım. Bir taraftan da bağırırdım; “Süt salep kaynadııı. Kaynadııı süt salep..” .Pastaneye döner siparişleri abime söylerdim. Askım bu defa ltamamen doludur. Kimi salep ve çıtır gevrek, kimi de süt ve taban gevrek söylemiştir. Tire dağlarında ve tepelerinde salep bitkisi bol olduğundan ve de henüz köküne kibrit suyu dökülmediğinden , bir bardak sıcak sütle bir bardak sıcak salebin fiyatı aynıydı,yir mi beş kuruştu.

 

Ağabeyimin  İstanbul'dan beri ayaklarından rahatsızlığı vardı. Romatizma yüzünden pastaneciliği bırakmak zorunda kaldı. Hilal Eczanesi'nin karşısındaki dükkanımızda kırk yıl boyunca büfesini çalıştırdı. Aynı zamanda Tekel Bayii idi.

 

Ortaokula 1960 yılı sonunda başlamıştım.Hafta sonu ve yaz tatillerinde abimin dükkanında çıraklık yapıyordum. O adeta benim ilk öğretmenimdi. Kendi ilkokul kitaplarının boş sayfalarına yaptığı kara kalem resimlerine özeniyordum..

Müşterilerine karşı saygılı davranışı, eşit duruşu , düzgün bir Türkçeyle kusursuz konuşması hâlâ hayalimde capcanlı durmakta, sesi kulaklarımda yankılanmaktadır. Abim benim için iyi bir eğitmen ve öğretmendi.

 

Hafta içinde her okul çıkışımda Necip Paşa Kütüphanesi'ne mutlaka uğruyordum. Cumartesi günleri

öğleden sonra büfede beklerdim. Aga marka üç lambalı ceryanlı radyo benim arkadaşımdı adeta. Kısa dalga Meteorolijinin Sesi  ve Polisin Sesi radyolarından o günlerin türkülerini ve şarkılarını dinlerdim.Abimin müşterileri okudukları gazeteleri biriktirir bir kaç kilo olunca satmak üzere büfeye getirirlerdi.Abim bakkal terazisinde tartar karşılığında bedelini öderdi. Gelen gazetelerin önemli yerlerini okur hiç çözülmedik bulmacaları çözmeye çalışırdım. Aradan geçen altmış beş senenin çoğu günlerinde bu merakım hâlen devam etmektedir..

 

Eskilerin güzel bir sözü vardır. “ Şerefü'l mekân bi'l mekîn” diye. “ Mekânın şerefi orada bulunan iledir. Bizim Büfe için bulunan kelimesi yerine bulunan ve bulunanlar iledir cümlesini kuruyorum.

 

Karşımızda  Arasta ve altında Bakırhan'a giden bir sokak .Sokağa girişte kırk adım atar atmaz sağda bir çeşme ve çınar ağacı. Ağacın alt tarafında Bekir Doğan abimizin çayocağı. Yetmişli yıllarda köy tahsildarlığı ve vergi memurluğu yaptığım günlerde hergün uğradığım demli çayları içtiğim yer. Tire'de belki de dört- beş gazetenin her gün satın alınıp okunduğu tek yer.

 

Caddede tam karşı sırada bodrum katta tenekeci Mehmet Taşyer'in atelyesi. Yaz günlerinde müşterilerin, ovaya dereye, tarlaya bahçeye gittiği günlerde komşularla yeni yeni tanışıyoruz.Ara sıra atölyenin önüne kadar gidip Mehmet ustanın mesleğini merakla seyrediyorum.1961 yazı olmalı. Mehmet abinin oğlu milli günlerimizin birinde tören geçişinde Raşit Özlem hocamızın oluşturduğu  Mehter Takımı'nı seyretmiş olacak ki; “ Baba ben büyüyünce Neslin dedemci olcam” demesin mi !... Aradan altı -  yedi  yıl geçmişti, 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda Kudret kardeşimiz Mehter Takımı'nın en önünde tuğu kaldırmış Mehter takımına  öncülük ediyordu.

 

Tenekeci Mehmet ağabey günlerden bir gün Kaymakamlıktan Hükümet konağı onarımında yağmur oluklarının tamir işini almıştı. Çatıdan aşağıya doğru bütün oluklar lehimlenecekti .Daha çatıda işe. Yeni başlamışken çatıyla saçak aralıklarından yaban güvercinlerinin çıkıp girdiğini görür.Yakaladığı bu pal güvercinlerinden dördünü abime getirir. Abim kendi yaptığı tel kafeslere güvercinleri yerleştirir.Aylarca sularını ve yemlerini verdiği güvercinlerini başka kuşçular gibi uçurmaya karar verir. Geri döneceklerinden emindir.Güvercinler yemlenmek ve su içmek için kümesin önlerine kadar bir kaç kez gelseler de akşama doğru kanat çırpıp bir yerlere uçup giderler.

 

Ağabeyim bir kaç ay. kümesine kuş almaz..Başka kuşçular özellikle, postacı  taklacı ve dönek güvercinler beslerken; Ağabeyim, kunt, ceviz kafalı, pirinç gagalı, kuyruğu paralı,ayakları paçalı Hünk'arilerden yetiştirmeye başlar. Bu kuşlar uçurmak için değil seyirlik kuşlardır O'nun için.. Yıllarca bu kuşları Mendel yasalarına göre üretir.Çoğu kuşu aslına döndürür.

 

Altmışlı yıllrın sonuna doğru, Avrupa'da avcıların tercih ettikleri siyah uzun tüylü akıllı ve atik bir  yavru köpeği beslemeye başlar. Ağabeyim babamın evinde kiracıdır. Köpeği Pele'yi geceleri babamın durduğu kısımda, bahçedeki ağaca bağlar. Pele gündüzleri abimin yanındadır,. Birlikte ev ve büfe arası ve  de  Tekel'e sigara- içki almaya gidip gelmekte beraberdirler.

 

Askerlik dönüşü sınavla Vergi Dairesi'ne girmiştim. Ağabeyim inşaatını bitirdiği eski Hastane'nin alt tarafınadaki evine yerleşmişti. Aradan beş altı ay geçince bu defa evlenerek kira evine ben geçtim. Altı yıl İzmir'de kaldığım yıllar benim için birer anıydı artık. Namık Kemal'de okuduğum ve tabelacılık yaptığım yıllar geride kalmıştı.

 

Tire'ye gelincce, Daireden her mesai çıkışında soluğu abimin büfesinde alırdım. Biz ikimiz sohbet ederken arkadaşları da katılırdı. Zamanla sohbetlere benim mesai arkadaşlarım da dahil oldu.

Haftanın belirli bir kaç gününde kasaptan Pele ve evdeki kediler için bir kanat dana akciğeri aldırırdı. Bir defasında  sekiz- on yaşlarında bir kız çocuğu; “Amca kedi ciğeri var mı? “ diye seslenmiş, kasap da “ Bu gün kedi kesmedik.” demişti. Tabii ki kasap tanıdığı müşterinin kızına ciğeri kasap kağıdına sarıp sarmalamış ,takdim etmiş bir de babasına selam söylemişti.

 

Seksenli yılların ortasında on iki yıl görev yaptığım Vergi Dairesi'nden Malmüdürlüğü veznesine, daha sonra kadro değişikliğiyle Milli Emlak Memurluğuna atanmıştım.

 

İstanbul Bakırköy'de ikamet ederken her yıl Tire'ye gelen Turgut Reşadi Baba'nın ilçemize geldiği haberini aldım. Seha Gidel hocamızın Resim-Tabela atölyesi'nin önünde karşılaştık. Tanıştık sohbet ettik. Dostluğumuz vefat tarihine kadar ( 15. Nisan- 1995) devam etti. Daha sonraları ( 1989-1995) Kaplan köyüne yerleşti. Ahbaplarını dostlarını ağırladı, sohbet sonrası hayır dualarla uğurladı.

 

Salı pazarı günlerinde Tire'ye gelerek Seha Gidel hocamıza ve abimin büfesine her daim uğradı.AbimTurgut Reşadi Baba'yla dostluklarının ilerlediği, sohbetlerinin çoğaldığı günlerin birinde iki yavru kediyi Kaplan'da canı sıkılmasın diye verdi.

 

Aradan yaklaşık iki ay geçince . Turgut Reşadi Baba Tire'ye gelişinde iki yavru kediyi iade etti. Abime yazılı bir kağıt verdi. Abim ilginç bir şiirle karşılaşınca .gülümseyerek okumaya başladı.

 

“ Fakir kapısına yakışmaz zengin kedisi

Ben bulgur aşı yerken onlar ister ciğer yahnisi

Kedilerini al git ey Sami Medin

Sence yoksa bir manisi.”

Turgut Reşadi Baba

 

Kediler teslim edildikten sonra sohbet devam eder. Çaylar içilir, Turgut reşadi Baba sigarasını tellendirir. Deve derisinden Hacivat-Karagöz tasvirleri, Bektaşi Nefesleri , hattatlık  ve ressamlık Baba Erenler'in hünerlerinden birkaçıdır

 

Ağabeyimin çevresi hep güzel insanlarla çevriliydi. Bir İstanbul Beyefendisi gibiydi.Büfesinin önünde dertler paylaşıldıkça  azalır, sevinçler paylaşıldıkça çoğalırdı.Gerek gençlik arkadaşları ve dostları olsun ve gerek mesai arkadaşlarım olsun, kimseyi incitmezdi.

 

Ağabeyim Yunus Emre ve Mevlana şiirlerinden feyz almış; “Yaradılanı yaradandan ötürü  sevmiş”bir  kişiydi.,Nasrettin Hoca ve Bektaşi fıkralarındaki ironinin farkına varan, nüktedan bir kişiliği vardı.

 

Canım ağabeyim, benim arkadaşlarımı da can bilirdi can yoldaşı olurdu. Dertlerini dinler sorun çözücü olurdu.Sevinçlerine de ortak olurdu.Memur arkadaşlarımızın yaz tatillerinde emanet edilen evlerini dairelerini gözetir,ç   içeklerini sular, kuşların yemlerini ve sularını takip ederdi. Arada ev taşınmalarında yardımı dokunduğuna da tanık oldum. Mesai çıkışı büfenin önü can dostlarla bir yumak hâline gelirdi. Konular siyasetten ziyade,  kültür sanat , dertleşme, sevinçleri paylaşma, fıkralar anlatıp gülüşmek,gülmek şeklinde ve insanlık üzerine olurdu.

 

Yıllar sonra, günümüz komşuluk ilişkileriyle ilgili bir şiir yazdığımda, farkına varmadan abimin davranışiarından  bir kaç örnek vermişim..

 

BİR KOMŞU ARANIYOR

Evden uzakta iken akvaryuma bakacak

Balıkları kuşları üç öğün doyuracak

Çiçekleri hortumla süzgüyle sulayacak

Üzmeyen üzülmeyen bir  komşu aranıyor...

................................................................

 

Dört dörtlükten oluşan şiir bu minval üzre devam ediyor.ve son kıt'a şöyle  bitiyor.

 

Böyle komşusu olan haber versin bi zahmet

Ekmek elden su gölden  geçiniriz biz elbet

Ev almadan komşuyu bulmak ne büyük  nimet

Evi aldık temelden, bir komşu aranıyor...

 

Zaman zaman Fevzipaşa Caddesinin Balcı caddesiyle kesiştiği o köşeye, Bizim Büfe'nin olduğu yere birkaç dakika bakıp o eski günleri anıyorum.Abimin vefat ettiği 26 Ekim 2000  tarihinden beri olmayan sohbetlerin nerede olduklarını merak ediyorum. Arasam da bulamayacağımı gayet iyi biliyorum.

 

Bizden önce gidenlere selam olsun. İlk öğretmenim Ağabeyime, Turgut Reşadi Baba'ya,Seha Gidel hocama Allahtan rahmet diliyorum. Ruhları şad mekânları cennet olsun.

 

Mehmet Sadık Medin- Esenköy-Yalova- 25 Ekim 2025

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve buyuktire.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.